Türkiye Maden İşçileri Sendikası'nın aldığı grev kararı, sadece bir sendikanın değil, tüm kamu emekçilerinin Anayasal hakkıdır. Ancak Cumhurbaşkanı kararıyla yayımlanan bu yasak, grev hakkının keyfi biçimde tek bir imzayla ortadan kaldırılabildiğini, bu ülkede hukukun değil, şahsi iradenin esas alındığını bir kez daha göstermiştir. AKP iktidarının ısrarla dayattığı bu tek adam rejimi, artık grev hakkını dahi “milli güvenlik” bahanesiyle susturmaktadır.
Oysa grev hakkı, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’na ve Anayasa’nın 54. maddesine göre güvence altına alınmış, temel bir haktır. Hukuk devletinde her hak arayışı potansiyel tehdit gibi görülmez. Burası bir kişi devleti değilse, Anayasal hakların yürütme eliyle rafa kaldırılması kabul edilemez. Devletin işçisi, devletine "milli güvenlik tehdidi" olabilir mi? Devletine hizmet etmeye yemin etmiş kamu işçisini, milli güvenlik tehdidi olarak görmek, izahı olmayan bir garabetin somut halidir.
Bu karar, sadece bugünü değil, yarını da ipotek altına alıyor. Çünkü bugün, Türkiye Maden İşçileri Sendikası'nın grevi yasaklanıyorsa, yarın kamu işçilerinin yetki aldığı 500’e yakın kurumda, alınacak tüm grev kararlarının da aynı şekilde yasaklanacağının habercisidir. Tek bir kişinin “uygun görmedim” diyerek grevleri yasakladığı bir ülkede, ne sendikal haklardan ne toplu pazarlıktan ne de demokratik temsilden söz edilebilir.
Türkiye, hızla bir yasaklar ülkesine dönüşürken, iktidarın, her toplumsal itirazı bastırma refleksi, otoriterleşmenin yeni bir eşiğine daha taşınmaktadır. Hem demokrasiden ve demokratik bir süreçten bahsedeceksiniz hem de demokrasinin en temel haklarını hiçe sayacaksınız! Demokrasiden anladığınız, "ben yaptım oldudan" başka bir şey değil. 23 senelik iktidarlarında, kendilerinde her şeyi yapabilecek güçte olduklarını düşündürtecek kadar da siyasi körlük yaşıyorlar.
Bugün yasaklanan bir madenci grevi değil, halkın alın teriyle hak arama mücadelesidir. AKP iktidarı, Türk-İş Konfederasyonu’nun tüm grevlerini peşinen mahkûm etmekte, Kamu İşçilerini susturmakta, süreci baskı altına alarak konfederasyonu zorla bir sözleşme takvimi altına itmeye çalışmaktadır. Bu, işçinin ve Türk-İş'in değil, saray iktidarının yazdığı bir senaryodur.
Grev yasaklamak, emeğin sesini kısmak, anayasal düzene karşı işlenmiş siyasal bir cürümdür. Sendikal hakları yok sayan, grevi kriminalize eden bu anlayışla ne toplumsal barış sağlanır ne de gerçek bir demokrasi inşa edilir. Bugün susarsak, yarın hak arama irademizi tamamen yitirmiş oluruz. Çünkü emek sustukça, adalet susar; emek bastırıldıkça, demokrasi çöker. Biz, Tüm Yerel-Sen olarak; hukuksuzluğun karşısında, emeğin, emekçinin, işçi sınıfının, Kamu İşçilerimizin ve Türk-İş Konfederasyonunun yanındayız.
Yaşasın Sınıf Dayanışması!
Tüm Yerel-Sen Merkez Yürütme Kurulu adına Genel Başkan Mücahit Dede